![]()
Rehberin Postası
salih-tas@hotmail.com
ÖĞRENCİNİN OKUL BAŞARISINDA AİLENİN ROLÜ
13/12/2014
Okul hayatı ya da eğitim dendiğinde ilk akla gelen başarı kavramı
olmaktadır. Başarının değerlendirme ölçütü ise öğrencilerin sınav notları ve
öğretim programlarına uyumu ile belirlenmektedir. Çocukların eğitime başladıkları yer ilköğretim okullarıdır. Bu sebeple bu
okullar hem ailelerin hem çocukların hayatında çok önemli bir yer teşkil
etmektedir. Çünkü çocukların başarılı ya da başarısız olarak değerlendirilmeye
başlanması bu dönemde gerçekleşmektedir. Günümüzde her alanda olduğu gibi eğitim alanında da oldukça yoğun rekabet
yaşanmaktadır. Böyle bir ortamda aileler, haklı, olarak çocuklarından başarı
beklemektedirler. Bu uğurda hemen her aile tüm fedakarlıkları yapmakta, tüm
imkanlarını seferber etmektedir. Fakat tüm bu çabalara rağmen her zaman olumlu
sonuçlar alınamamakta, başarısızlık ile karşılaşılmaktadır. Peki bunun
sebepleri nelerdir? Başarının oluşumu için neler gereklidir? Tabi" ki bu noktada
söylenecek, başarıyı etkileyen oldukça fazla faktör vardır. *Başarının
oluşumunda öncelikle öğrencide bulunması gereken özellikler üzerinde
durulmalıdır. Öğrenciden kaynaklanabilecek başarı ya da başarısızlık nedenlerinin en
önemlileri zeka, yetenek ve kişilik özellikleridir. Bu üç önemli öğeye başarının
hammaddeleri diyebiliriz. Zeka ile ilgili birçok araştırmadan çıkan sonuç, öğretim programlarında
başarılı olabilmek için her zaman çok üstün zekaya ihtiyaç olmadığıdır. Aksine
çok zeki çocukların bile başarısız olabileceği sonucu çok önemli bir tespittir.
Öyleyse, varolan zeka potansiyeli doğru şekilde yönlendirilmeli, işlerliğe
sokulmalıdır. Tabi" burada sosyo-ekonomik durum, aile ortamı ve tutumları,
duygusal nedenler de etkili olmaktadır. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan
çocuklar ne kadar zeki de olsalar bunu kullanamazlar ve başarısız olurlar. Bir diğer etken ise çocukların ilgi ve yetenekleridir. Yetişkinler gibi
çocuklar da ilgilendikleri, sevdikleri konularda başarılı olurlar. Özellikle
resim ve müzik yetenekleri ilköğretim döneminde en erken ortaya çıkan
özelliklerdir. Bu özelliklere dikkat edilmeli, çocuklar bu yönde
geliştirilmelidir. Çocuklarda başarıyı etkileyen kişilik özelliklerinin bir kısmı doğuştan
gelen yapısal özelliklerle açıklanabilirken, bir kısmı da ailenin ve çevrenin
etkisi ile öğrenilmiş davranışlardır. Çocuğun öğrenmeye ve okumaya
güdülenmesinde, kendine olan güveni, çevresiyle iletişimi çok önemlidir.
Konuyla ilgili bir araştırma ile, başarılı öğrencilerde, neşeli, kolay uyum
sağlayan, sosyal, hırçın, girişken, mantıklı ve iyimser olma özelliklerinin
bulunduğu belirlenmiştir. Buna karşılık, başarısız öğrencilerde daha durgun,
içedönük, uysal, uyumsuz, sıkılgan, kötümser veya öfkeli davranış biçimleri
tespit edilmiştir. Kişilik özelliklerinin başarıya etkilerini belirtirken sosyal uyum ve
iletişim konularından söz ettik. Başarıda bir diğer önemli nokta, çocuğun
anadilini çok iyi biliyor ve kullanıyor olmasıdır. Sözel ifadesi iyi gelişmiş,
kelime hazinesi geniş olan öğrencilerin, iletişimde ve sosyal ilişkilerde
başarılı oldukları gözlenir. Tabi" tüm bu yeteneklerin gelişmesi ailenin
tutumu ve çocuğun okuma alışkanlığıyla yakından ilişkilidir. Kitap okuma
alışkanlığı olan çocukların, öğrenmeye, araştırmaya ve çevreye ilgisi artar. Başarının oluşumunda çocuğun öğrenmeye güdülenmesinin (motivasyon) çok
önemli bir etken olduğunu söylemeden geçemeyiz. Başarı güdüsünün oluşmasında
sosyal çevrenin rolü çok büyüktür. Mc Cleland, başarı güdüsünün temelinin
çocukluk deneyimlerinde gizli oluduğunu söylemiştir. Başarı güdüsünün gücü,
önce kişinin genel enerji düzeyine bağlıdır. Bu da fiziksel, metabolik ve
yapısal etkenlerle ilgili bir durumdur. Bir diğer etken ise kültürel yapı, okul
ve aile değerlerinin özellikleridir. Başarıyı oluşturacak olan motivasyonun
sağlanması için her türlü çevresel ilişkiye dikkat edilmesi gerekir. Çevreden
ve eğitimden kaynaklanan hatalar başarı için gerekli olan öğrenme isteğini
ortadan kaldıracaktır. Bu noktada aileye büyük görevler düşmektedir. Başarının
motivasyonla ilişkisini belirtirken fiziksel özelliklerden söz ettik. Çocukların başarısında, beslenme ve fiziksel şartların niteliği de çok
önemlidir. Çocukların yaşlarına uygun vitamin ve kalorileri almaları
gereklidir. Aynı zamanda bedensel sağlıklarına dikkat edilmelidir. Çocuklarda,
çeşitli sebeplere bağlı yorgunluklar, (hastalık, fazla ders çalışma,
uykusuzluk, üzüntü ve heyecanlar) başarının düşmesine sebep olabilir. *Başarının
oluşumunda, ikinci etken olarak okul-öğretmen faktörü üzerinde durmak gerekir. Okul, bilgi ve kültürün genç kuşaklara sistemli bir şekilde
aktarılmasında rol oynayan önemli bir kurumdur. Ancak günümüzde okul sadece
bilgi aktaran bir kurum olma kimliğinde değildir. Okul, bir yönden de çocuk ve
gençlerin hayata hazırlanmalarında ve sosyalleşmelerin de etkili olmaktadır. Bu
yüzden okul dediğimizde iki önemli konudan söz etmek gerekir: Okul ortamı
(fiziksel şartlar) ve insanlar arası ilişkiler (öğrenci-öğretmen, öğretmen-veli
ilişkileri). Fiziksel
Ortam Günümüzde, fiziksel ortamın insan davranışının değişmesi ve gelişmesine
etkisi tartışılmaz bir konudur. Çünkü şehir hayatının getirdiği birçok sorun
söz konusudur. Yetişkinlerin bile, zaman zaman sıkıntıda kaldığı bu ortamda
çocuk ve gençler kısıtlanmaktadır. Oyun sahaları ve yeşil alanların azlığı
çocukların var olan enerjilerini atamamalarına sebep olmaktadır. Bunun için
okullarda uygun oyun ve spor alanlarının bulunması, sınıfların çocukların
gelişim düzeyine uygun olması, çocukların rahat hareket edebilecekleri şekilde
düzenlenmesi son derece önemlidir. Sınıfların aydınlık, temiz, uygun renklerle
boyanmış, geniş olması gereklidir. Aynı zamanda sıra, iskemle ve masaların
çocuğun yaşına uygun, beden gelişimi dikkate alınarak seçilmiş olması sağlıklı
bir eğitimin oluşabilmesi için hiç de lüks şeyler değildir. Bütün bunların yanında,
sınıfta öğretime ve öğretmene yardımcı olacak ders araç ve gereçlerinin de
önemli bir payı vardı. Gelişen teknolojiye uygun ders araçlarının sınıfta
bulunması, öğretimi kolaylaştırdığı gibi bilginin daha kalıcı olmasını sağlar
ve öğrencideki öğrenme isteğini arttırır. Ayrıca öğrenciler, spor derslerinin yanı sıra boş zamanlarını
değerlendirebilecek imkanlara sahip olmalılar. Çünkü çocuk ve gençler
gelişimleri gereği fazla enerjiye sahiptirler. Var olan fazla enerjiyi oyun ve
spor aracılığıyla atmaları en uygun yoldur. Üstelik bu imkanı iyi kullanan
öğrenciler, ders esnasında daha sakin, derse karşı istekli ve ilgili
olabileceklerdir. Öğretmen-Öğrenci
ilişkileri Başarılı bir öğretimin gerçekleştirilmesinde, öğretmenin bilgi ve
becerisi kadar, öğretmen-öğrenci arasındaki duygusal ve sosyal ilişkinin de son
derece önemli rolü vardır. Her çocuk, okula başladığı zaman, yetiştiği aile ortamının özelliklerini
taşır. Öğretmen, eğitim ve öğretimi gerçekleştirirken, çocuğun yaşadığı aile
ortamını da dikkate alarak davranmalıdır. Hem okul ortamının hem de aile
ortamının ortak bir amacı vardır. Bu amaç da çocukların ve gençlerin iyi
yetişmeleri ve başarılı olmalarıdır. Hedeflenen bu sonuca ulaşabilmek için,
öğretmenlerin çocuklarla kuracakları sevgi ve saygıya dayalı iletişim çok
önemlidir. Okula ilk adımını atan çocuk, yeni ortamı öğretmenin onunla kurduğu ikili
ilişkilerle tanımaya başlar. Öğretmeni seven, okul ortamını da sever ve
bağlanır. Fakat öğretmenini sevmeyen çocuk okuldan soğuyabilir. Öyleyse
iletişimde çocuğun sevilme arzusu karşılanmalıdır. Uygulanmış olan bir ankette öğrencilerin sevdikleri öğretmenin dersine
daha çok çalıştıkları ve başarılı oldukları sonucu ortaya çıkmıştır. Tabi"
bunun yanında öğretmeni tarafından kabul görmek, sevilmek onlar için çok önemli
bir ihtiyaçtır. Eleştirilmek, beğenilmemek, öğrencileri korkutur ve duygusal
olarak başarısızlığa iter. Sınıf ortamında öğretmen, rekabeti hızlandırıyor, çocukları sürekli
eleştirip, alay ediyorsa; orada eğitim-öğretimden söz etmek imkansızdır. Özellikle öğretmenin sınıf içinde öğrenci ile alay etmesi ya da öğrenciye
çeşitli adlar takması, onun gururunu kıracak ve kendine olan güvenini yok
edecek bir durumdur. Öğretmenlerin dikkat etmeleri gereken bir başka konu ise öğrencilerin
kişilik özellikleri ile ilgili yorum ve tanımlarda bulunmamaları gereğidir. Öğrencilere başarı ya da başarısızlıkları ile değil, kişilikleri ile
değerli oldukları mesajı verilmelidir. Öğretmen, öğrencilerin duygu ve
düşüncelerine katılmasa da, onlara değer vermeli, hoşgörüyle dinlemelidir.
Beraber olduğu çocuk veya öğrencilerin büyüme ve davranış özelliklerini bilerek
bu özelliklere uygun davranmalı ve ilişki kurmalıdır. Öğretimde verdiği bilgiyi
yaşama geçirmelerine yardımcı olmalıdır. Öğrenmeyi kolaylaştırıcı ve özendirici
bir ortam yaratmalıdır. Öğrencilerini ölçme ve değerlendirme yöntemi, sadece
sınavlar veya sözlüler olmamalıdır. Öğrencilerin olumlu kişilik özellikleri,
sosyal davranışları ve ders dışında kalan ilgi ve yetenekleri de öğretmenlerce
dikkate alınmalıdır. Eğitimde rehberliğin ne kadar önemli olduğu da üzerinde durulması gereken
bir noktadır. Rehberliğin amacı, öğrencilerin sorunlarına çözüm bulmanın
yanında onları yeteneklerine göre akademik ve mesleki alanlara teşvik etmektir.
Tabi" bu noktada, öğretmene de düşen önemli rehberlik hizmetleri ve
görevler vardır. Son olarak, öğretmenin mesleğini sevmesi ve mesleğe olan bağlılığı,
çocuklarla kuracağı iletişimin niteliğini oldukça etkileyen bir faktördür.
Mesleğini seven öğretmen, işiyle ilgili her şeyi, öğrencilerini ve okulunu da
çok sever. Öğretmen-Veli
ilişkileri Öğretmenin aileyi yakından tanıması, çocuğu daha kolay tanımasına ve
anlamasına yardımcı olacaktır. Ailedeki disiplin anlayışını, aile üyelerinin
eğitimini, birbirleriyle olan ilişkilerini, çocuğa karşı davranışlarını bilmek,
öğretmen için en önemli ipuçları olacaktır. Öğretmen-aile işbirliği, öğretmenin aileyi yakından tanımasını sağladığı
gibi ailenin de okul ve öğretmeni tanımasını sağlayacaktır. Böylece aile,
çocuğun hangi şartlarda eğitim-öğretim gördüğünü yakından öğrenme fırsatını
bulur, gerekli bir uyarı durumu varsa bunu gerçekleştirebilir. Yalnız burada en önemli nokta, velilerin okul ile yapacağı işbirliğinin,
sınıf öğretmeninin ve okul yönetiminin işine müdahale etme şekline
dönüşmemesidir. Okul ya da öğretmen ile işbirliği yapmak ayrı, onların bizden
iyi bildikleri işlerine karışmak ayrı şeydir. Tabi" burada okul
yöneticileri ve öğretmenlerde belli sınırları ayarlamalı ve dikkatli
davranmalıdır. Aileler, okullarda benimsenen eğitim anlayışını, sınıfta uygulanan
öğretim metotlarını bilmeli ve beklentilerini belirtebilmelidirler. Fakat
anne-babalar çocuklarıyla birlikte ders çalışma yolunu seçmemeliler. Çünkü
ailenin kullanacağı öğretim metodu öğretmenin kullandığından farklı olacaktır.
Bu durum da çocukları gereksiz zorluklara sokacak yada anne-baba-çocuk iletişimini
bozacaktır. Günümüzde okul sadece çocukların eğitimini hedefleyen kurum kimliğinden
çıkmalıdır. Hangi yaşta olursa olsun, çocuk, ailesi ile birlikte düşünülmeli ve
öyle davranılmalıdır. Ayrıca ailelere bir çok konuda ve çeşitli şekillerde
rehberlik edilmelidir. Ailenin bazı yanlış tutum ve davranışları bu yollarla
azaltılabilir ya da tümüyle ortadan kaldırılabilir. *
Başarının oluşumunda üçüncü ve en önemli faktör ailedir. Aile, çocuğun ilk deneyimleri kazandığı ve davranış biçimlerini öğrendiği
en önemli sosyal kurumdur. Bu sebeple ailenin başarı ya da başarısızlığa bakış
açısı ne olması gerektiği, düşünülmelidir. Aile, çocuğunun yapısal, fiziksel ve zihinsel özelliklerini iyi tanımalı
ve bu özelliklere uygun davranmalıdır. Çocuğun özelliklerini, ilgi ve
yeteneklerini dikkate almadan bazı beklenti ve yönlendirmeler içine
girmemelidir. Aileler, çocuklarından olabileceğinden daha fazlasını
istememelidirler. Ama bunun yanında da aile, çocuğunun yeteneklerini
küçümsememelidir. Anne-babanın eğitim düzeyi, mesleği de çocuğun eğitimi için
alınan kararlarda önemli bir rol oynamaktadır. Anne ya da babanın iş hayatında başarılı olmaları, sevdikleri bir işte
çalışıyor olmaları da çocukları ile kuracakları iletişimde etkili olmaktadır.
Aynı zamanda aile bireylerinin anne ve babanın birbiriyle olan ilişkisi,
anne-babanın çocuklarla olan ilişkisi, kardeşlerin birbiriyle ilişkisi ev
ortamının havasını belirleyici unsurlardır. Anne-babanın iş yaşantısının
dışında kalan sürede çocuğuna göstereceği ilgi ve ayıracağı zaman doyurucu
olmalı ve ihtiyaçları karşılayabilmelidir. Yapılmış olan bir ankette başarılı öğrencilerin, anne ve babalarının
kişilik özelliklerinin neşeli, sosyal, koruyucu, arkadaşça, iyimser ve
işbirlikçi olduğu tespit edilmiştir. Buna karşılık başarısız olan öğrencilerin,
anne-babalarının kişilik özelliklerinin ise huysuz, sosyal olmayan, aşırı
koruyucu, arkadaşça olmayan, kötümser ve anlayışsız olduğu belirlenmiştir. Buradan çıkarılması gereken sonuç şudur : Ailenin kişilik özelliklerinin
davranışlarına yansıması, çocuğun başarıya güdülenmesinde en önemli faktörü
oluşturmaktadır. Aile içinde anne-babanın çocuğuna uyguladığı disiplin türü de
çok önemlidir. Yapılmış olan bir araştırmada, otoriter tutum içinde olan
ailelerin çocuklarının %18'i başarısız bulunmuştur. Yine aynı araştırmada
gevşek ve ilgisiz tutum içinde olan,ailelerin çocuklarının % 13'ü, başarılı
iken %31'nin başarısız olduğu tespit edilmiştir. Aileler çocuklarına
gösterecekleri ilginin ölçüsünü iyi ayarlamalılardır. Bir başka araştırma sonucu ise, iyi öğrenim görmüş anne ve babaların,
çocuklarının başarı güdüsünü uyandırmakta daha etkili olduklarıdır. Başarılı
öğrenci annelerinin öğrenim süresi ortalaması 8.1 yıl, başarısız öğrenci
anneleri öğrenim süresi ortalaması 6.6 yıldır. Başarılı öğrenci babaları
öğrenim süresi ortalaması 10.3 iken başarısız öğrenci babaları öğrenim süresi
ortalaması 8.5 yıl olarak bulunmuştur. Ailenin sosyo-ekonomik durumu da çocuğun başarısını etkileyen bir
faktördür. Çocuğun içinde bulunacağı sosyal ve kültürel ortam, ekonomik
koşulların getireceği imkanlar olumlu ya da olumsuz etkileri oluşturmaya
yeterli sebeplerdir. Çocuğun başarısını etkileyen bir etmen olarak okuma alışkanlığından ve
anadilini iyi kullanıyor olmasından daha önce söz etmiştik. Bu iki özelliğin
oluşmasında ailenin önemli katkıları olmalıdır. Çünkü yapılan araştırmalarda
okuma alışkanlığı kazanmak için en önemli dönemin çocukluk çağı olduğu açık bir
biçimde ortaya konmaktadır. Eğer ev ortamında çocuk, okuyan bir anne-baba ile
karşı karşıya ise bu alışkanlığın kazanılması için en önemli unsura sahip
demektir. Bunun yanında, ailenin çocuğuna uygun öykü ve masallar okuması,
çocuğun istek ve ilgisine uygun kitaplar seçebilme özgürlüğüne sahip olması da
önemlidir. Sevmediği, ilgisini çekmeyen kitapları okumaya zorlamak
gösterilebilecek en yanlış tutumdur. Okuma alışkanlığı kazanmada, çocuğun
ebeveyn tarafından kütüphaneye ve kitapçılara, kitap sergilerine götürülmesi
olumlu bir yaklaşım olacaktır. Aynı zamanda çocuğun toplumsal yaşamda etkili
olmasını sağlayan, onun öğrenmeye ve araştırmaya ilgisini arttıran sinema,
tiyatro ve benzer etkinliklere zaman ayrılmalıdır. Çocuğun, okul başarısını etkileyen bir başka konu ise okul ödevlerine
karşı ailenin tutumudur. Okula başladığı andan itibaren ödev yapma ve ders
çalışma alışkanlığının temelleri atılmaya başlar. Aile bu konuda yardımlarını
esirgememeli fakat ödevlerini yapma gibi de yanlış bir tutuma girmemelidir. Sonuç olarak, başarıyı etkileyen bir çok faktörü inceledik ve bunların
başarı üzerindeki etkilerini aktarmaya çalıştık. Başarı önemlidir, fakat her
şey demek değildir. Önemli olan, kişinin kendini aşmaya ve yenilemeye çalışma
arzusunun var olmasıdır. Sadece okul başarısı değil hayat başarısı da
önemlidir. Çocuklarımızı topluma uyumlu, hayata hazır, kendine güvenen sağlıklı
kişilik özellikleri olan bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlamalıyız. Öğrencilerin başarılarında birçok etkenin rol oynadığını sizlere
aktarmaya çalıştık. Özellikle bu etkenlerden birisinin de aile faktörü olduğu
üzerinde durduk. Ayrıca aile faktörünü de kendi içinde; anne-babanın çocuğa
karşı davranışları, anne-baba arasındaki ilişkiler, kardeşler arasındaki
ilişkiler ve evin genel durumu olarak alt başlıklara ayırabiliriz. Çocukların yaşları ve içinde bulundukları dönem, yetişkin davranışlarının
çocuklar üzerindeki etkilerini daha da önemli kılmaktadır. Çünkü,
çocuklarımızın bilgi ve başarıları karşısında gösterdiğimiz her türlü davranış
onların kişiliğinin oluşumunda destekleyici veya engelleyici olabilir. Çocuklarımızın, sağlıklı bedensel ve ruhsal gelişimi için bazı temel
gereksinmelerinin erken yaşlarda aile içinde karşılanması gerekir. Bu
temel gereksinmeler altı kategori içinde toplanır: 1-
Dokunulma: Çocuğa dikkat etme, davranışlarını seyrederken ona
"aferin", "haydi yine yap" gibi geri-iletim verme, tutma ve
kucaklama, yüreklendirme, övme ve ona sıcaklık gösterme. 2-
Güven: Çocuğun sağlığıyla ilgilenme, yeteri kadar yiyecek ve giyecek verme, onu
tehlikeli durumlardan koruma. 3-
Yapı/Düzen: Çocuğa yön verme, örnek olma, yapabileceği ve yapamayacağı
davranışların sınırlarını belirtme, tutarlı hareket etme. 4-
Sosyalleşme: Çocuğun duygularını olduğu gibi tanımlama, onu yansıtma, ona zaman
verme, dış dünya ile arasında köprü görevini görme, özdeşim kurabileceği bir
kişi olma. 5-
Uyarılma: Oyun yoluyla ve çocuğun dünyasına giren değişik olaylarla acı, haz,
neşe, heyecan gibi duyguları ayırabilmelerine yardımcı olma. 6-
Kendini değerli görme: Çocuğu "ciddiye alma", "ben önemliyim;
bana kötü bir şey olmasını istemezler", "beni ben olduğum için
seviyorlar", "ben diğerlerinden farklıyım" duygusunu verme. Bu gereksinmeler herhangi bir nedenden dolayı, karşılanmadığı zaman
çocuğa, "sen ve senin gereksinmelerin önemli değil, senin var ya da yok
olmanın önemi yok" mesajı verilmiş olur. Bazı anne ve babalar, çocuklarının başarısızlıklarıyla
karşılaştıklarında, bilmeden de olsa psikolojik yönden etkilenip kötü
davranışlar içine girebilmektedirler. Örneğin; çocuğunun düşük notlarıyla
karşılaşan anne-baba umutsuzluğa kapılır, gururları kırılır. Çocuklarının
sandıkları kadar yetenekli olmadığını düşünürler. Ellerinde olmadan çocuğa
başka türlü davranmaya başlar, iyi ve olumlu yanlarını öne çıkarmaya
çalışacaklarına, zayıf yanlarını vurgulayıp dururlar. Ancak aşağılık duygusunu
arttırmaya yarayan bu değişimi çocuk da sezer. Gittikçe anne-babadan
uzaklaşmaya başlar, çağrıldığında seslerini duyamayacağı bir yerlere gider.
Bunlar gibi aşağıda ayrıntılarıyla vereceğimiz yanlış davranışlar anne-baba-çocuk
iletişimini zedeler, çocuğun yukarıda sıraladığımız temel gereksinimlerinin
karşılanmasını önler, çocuğu duygusal yönden ezer, olumlu kişilik gelişiminini
engeller. *
Reddetme: Çocuğa sahip çıkmama, değer vermeme çocuğun özelliklerini,
isteklerini hiçe sayma, yeteneklerini devamlı olarak küçümseme. *
Aşağılama : Küçültme, sürekli eleştiri, sözle hakaret etme. *
Ayırma , yalnız bırakma : Normal gelişim için gerekli olan sosyal ilişki ve
kaynaklarla ilişkiyi engelleme. *
Korkutma, tehdit, yıldırma : Sürekli olarak terk etmeyle ya da fiziksel, sosyal
ya da doğa üstü güçlerle korkutma. *
Kışkırtma, suça yöneltme : Sosyal olarak etkinliğin engelleyici biçimde
toplumda hoş görülmeyen türden davranışlara yöneltme. *
İstismar : Çıkar için kullanma *
Duygusal engelleme : Duygusal gereksinmeleri karşılamama, sıcaklık göstermeme,
pasif bir şekilde önemsememe. *
Yetişkinleştirme : Yaşa ve gelişime dayalı olarak çocuğun kapasitesinin çok
üstünde beklentilere sahip olmak. Duygusal ezime yol açan bu davranışları konumuz gereği sadece
başarısızlık karşısında verilen bazı mesajlarla örneklendirdik. Bu örnekleri
çeşitlendirip, çoğaltabiliriz. Çünkü bu tür davranışlar, herhangi bir nedeni
olmadan, herhangi bir zamanda da çocuklara gösteriliyor olabilir. Eğer
küçük düşürücü tutumlardan sakınmazsak çocuklarımızı gerek şimdi, gerekse
yetişkin olduklarında kişisel, sosyal, akademik rahatsızlıklara mahkum etmiş
oluruz. Yanlış
davranışlarımızla çocuk ve gençlerde yol açtığımız bazı rahatsızlıkları şöyle
sıralayabiliriz: Duygusal gelişmede duraklama, hafıza bozukluğu, dikkat bozukluğu, öğrenme
güçlüğü, güdü yetersizliği, başarısızlık, aşırı bağımlılık, yapay olgunluk,
parmak emme-ısırma, sallanma, alt ıslatma, yeme bozuklukları, hiperaktivite, aşırı
içe dönüklük, güçsüzlük duygusu, ya saldırganlık ya da aşırı pasiflik,
hırsızlık gibi anti sosyal davranışlar; olumsuz benlik kavramı, depresyon, uyku
bozuklukları, aşırı kaygı, fobiler, obsesyon gibi nevrotik reaksiyonlar. Görüyoruz ki yetişkin olarak, özellikle anne ve baba olarak
çocuklarımızla ilişkilerimizde davranışlarımıza büyük özen göstermezsek, sadece
çocuklarımızın sorunlu, olumsuz yetişkinler olmasına neden olmakla kalmayıp
sorunlu toplumlar da yaratabiliriz. Çocuklarımızın
başarısızlıkları karşısında ; 1-
Öncelikle her çocuğun kendine has kişisel gereksinim ve gelişim içinde olduğunu
kabul edelim.Onların sınırlarını zorlamayalım. 2- Alay
etmeyelim, bağırmayalım, düşük başarıyı eleştirmeyelim ve aşağılayıcı ses
tonuyla konuşmayalım. 3-
Onların ders dışı faaliyetlerini yasaklamayalım, okul sonrası ceza olarak ders
yaptırmayalım. Yani başarılı olamamasını ona bir ceza nedeni gibi
göstermeyelim. 4-
Başkalarının onları aşağılamalarına göz yummayalım. 5-
Onları "Nasıl olursan ol, sana değer veriyorum." duygusundan yoksun
bırakmayalım. 6-
Yanlışlarını "yüzüne vurmayalım." Neyin daha doğru olduğunu, onun
anlayabileceği ve benimseyebileceği biçimde ona göstermeye ve aynı zamanda onu
kendi açısından anlamaya çalışalım. 7-
Çocuğumuzla aramızdaki sıcaklığın, eğitim ve diplomadan daha önemli olduğunu
asla unutmayalım. 8-
Okuyan bir insan olduğumuz halde, çocuğumuz okumak istemiyor veya başarısız
oluyorsa, bu durumun onun tercihi olduğunu kabullenelim. 9-
Onların başarılarında etken olduğumuzu düşünüp, bu başarıyı paylaşırken,
başarısızlıkları karşısında onları suçlamayalım. Başarısızlıklarında bizim de
rolümüz bulunabileceğini düşünelim. Başarısız öğrencilerin anne-babalarının
geliştirmeleri gereken temel tutum, düşük performansı anlayışla kabul etmek,
çocuklarının onlara ulaştırdığı gizli mesajları dikkatle bulup çıkarmaya ve
sonuca göre akıllı ve hoşgörülü davranmaya hazır olmaktır. Çok şey mi istenmiş
oluyor? Çok şey değilse bile çok önemli olduğu bir gerçek. Ama anne-baba olmak,
zaten yaşamımızın en önemli ve en güç görevidir. İşaretler, çocuklarımızın
güçlük içinde olduklarını gösteriyorsa, bütün gücümüzü bunları çözümlemeye
yöneltmek durumunda değil miyiz? |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Çocuğunuza bunları asla söylemeyin - 08/01/2016 |
Ergenlik çağındaki çocuğunuza bunları asla söylemeyin |
ANNE-BABALARA ÖNERİLER - 13/12/2014 |
ANNE-BABALARA ÖNERİLER |
SINIFTA 5 ZOR KİŞİLİK VE ONLARLA BAŞEDEBİLME - 13/12/2014 |
SINIFTA 5 ZOR KİŞİLİK VE ONLARLA BAŞEDEBİLME |