![]()
Cihan İPEK
cihanipek@salihtas.net
Türkiye’nin Veziri Kim Beyler Kim?
10/02/2014
Türkiye,
30 Mart 2014 tarihinde yapılacak olan bir seçim sürecine girdi. Bir takım adli
ve siyasi gelişmelerden kaynaklı olaylar nedeniyle taraflar arasındaki mücadele
ve karalamalar Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimlerine kadar kıran
kırana devam edeceği gözlemlenmektedir. Dolayısıyla
bu bağlamda iktidar olma kavgalarından kaynaklı Cemaat-Hükmet savaşı
neticesinde yapılan birçok haklı haksız soruşturmalar, görevden alınmalar,
atamalar, bakan değişiklikleri, yolsuzluklar, ayakkabı kutlularında çıkan
milyon dolarlar, piyasaya sürülen yığınla kasetler, görüntüler, ses kayıtları
gibi durum ve olaylarla ilgili olarak onlarca komplo teorisi de tedavüle
konulmuş durumdadır. Herkesçe gündemdeki konular ve olaylar üzerinde bir şekilde
konuşulup yorumlar yapılmaktadır. Bu
bulanık atmosferin sağlıklı bir analizi hiç de kolay değildir. Ancak Mevlana
Celâleddin-i Rumi'nin Mesnevisinde geçen ve çok düşündürücü olan bir öykü var.
Bu öyküyü Özgür Haber Gazetesinin 23.06.2011 tarihli sayısında Arap baharı
denilen süreçte Arap liderler açısından yazmıştım. Mevcut kaotik ortam ve
öngörülemeyen gelişmelerle hızla değişiklik gösteren Türkiye gündemleri
dolayısıyla öyküyü siz Özgür Haber Gazetesi sayın okuyucuları ile yeniden
paylaşmak istedim. Mesnevide
şiirsel olarak anlatılan öykü* özetle şöyledir: Hazreti
İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra Hıristiyanlık dininin on iki havarisi
aracılığı ile yayılmakta olduğu ilk dönemlerde, Hıristiyanlara düşman ve onlara
korkunç derecede zulmeden, her hangi bir Hıristiyanı gördüğü yerde öldürten
zalim bir Yahudi Kral varmış. Bu Kralın çok düzenbaz bir de Veziri varmış. Bu
Vezir o denli düzenbazmış ki, hile ile suya bile düğüm atabilirmiş. Kral,
kendini sadece Yahudilik dininin koruyucusu ve destekleyici olarak gördüğünden,
kendilerine Hıristiyanlığı din olarak seçen yüz binlerce masum inançlı insanı
öldürtmesine rağmen bir türlü Hıristiyanlığın yayılmasına engel olamıyormuş.
Bunun üzerine bir gün Veziri Krala: ‘‘Artık
Hıristiyanları öldürtmeyin. Öldürtmenin pek faydası yok, öldürtmekle onları
bitiremez ve Hıristiyanlığın yayılmasının önüne geçemezsiniz. Çünkü dinin ve
düşüncenin kokusu yok ki kimin bu fikirleri taşıdığını tespit edebilelim. Kim
gerçek Hıristiyan, kim değil hiçbir zaman tam öğrenemeyiz. İnsanlar,
inançlarından dolayı öldürülmemek için, görünürde Yahudi imişler gibi davranıp
sizin saflarınızda olduğunu söyleyebilirler. Ama yine de bu insanlar
kalplerinde Hıristiyanlığı taşıyabilirler.’’ demiş Kral:
‘‘Peki, öyleyse Hıristiyanlığın yayılmasını engellemenin çaresi nedir? Toplumun
içinde tek bir Hıristiyan kişinin kalmaması için bu dinin yayılmasını nasıl
önleyebiliriz? ’’ diye sormuş Vezire. Vezir:
‘‘Hükümdarım benim bir fikrim var. Siz gelin kulağımı ve elimi kesin, acı
içinde burnumu ve dudağımı yarın. Sonra beni çarşıdaki dört yolun başına
getirin. Orada bir darağacı kurdurun. İşkence edilmiş bedenimi teşhir ettirin.
İdam edileceğimi halka duyurun. Tüm halk oraya toplansın. Sonra içlerinden
hatırı sayılır biri sizden benim için şefaat dilesin, bağışlanmamı istesin. Siz
de onun hatırı için canımı bağışlayın. Sonra beni Hıristiyanlar arasında fitne,
fesat, kargaşa ve kötülük çıkarmak üzere uzak bir şehre gönderin.’’ demiş.
Vezir devamla: ‘‘Ben de oradakilere, daha önce her ne kadar görünüşte Kralın
mensubu olduğu Yahudilik dinin gereğini yapıyor idiysem de, özünde ben gerçek
bir Hıristiyan’ım. Ama şimdiye kadar Hıristiyan olduğumu Kral’dan hep
gizleyebilmiştim. İnandığım ve kendi dinim olan Hıristiyanlığın gereklerini
gizliden yerine getiriyordum. Nasıl olduysa Kral bir şekilde benim Hıristiyan
olduğumdan haberdar olmuş. Bu nedenle de bana işkence yaptırdı ve astırmak
istedi diyeyim.’’ demiş. Kral,
vezirin yaptığı planı ve oluşturduğu stratejiyi uygun bulup aynen uygulamış.
Veziri kendisine yapılan danışıklı işkenceden sonra Hıristiyanların yoğunlukta
olduğu bölgeye göndermiş. Vezir
oradakilere: ‘‘Kral benim Hıristiyan olduğumdan haberdar olunca bana, ‘Sırrını
öğrendim. Bundan böyle sözünü dinlemem. Senin sözün ekmek içindeki iğne
gibidir.’ dedi. Eğer İsa’nın ruhu bana yardımcı olmasaydı, kral beni kesinlikle
idam ettirecek ve parçalara ayıracaktı. Ben zor bela ancak İsa’nın beni
koruması sayesinde kurtuldum.’’ demiş. Vezir
Hıristiyanlar tarafından ilgiyle dinlendiğini görünce devamla: ‘‘Ben
Hıristiyanlık dinin tüm kural ve ayrıntılarına vakıf ve İsa’ya tamamen yürekten
inanan biriyim. İsa için ruhumu teslim eder başımı veririm. Bu güzelim temiz dinin cahil
Yahudiler arasında yok olmasına tahammül edemem. Gerçekten Hıristiyan olarak bu
halimizden derinden üzüntü duyuyorum. Kutsal Ruha ve İsa’ya şükürler olsun ki,
artık o Yahudi Kraldan ve Yahudilikten kurtuldum. Belime zünnar bağladım. Şimdi
de siz Hıristiyan kardeşlerim arasında bu hak dine mürşit (rehber) olmak
istiyorum. Ey insanlar, devir İsa’nın devridir. Gelin onun dininin sırlarını
size anlatayım. Canla başla beni dinleyin.’’ demiş. Böylece
yüz binlerce kişi azar azar Vezirin çevresinde, Vezirin mahallesinde toplanmaya
başlamış. O da onlara gizlice İncil, zünnar ve Hıristiyanlık ibadetin
ritüellerini ve Hıristiyanlığın sırlarını açıklıyormuş. O görünüşte İncilin
gerçek hükümlerini anlatıyormuş, fakat gerçekte ise anlattıkları av ıslığı ve
tuzağıymış. Gün
geçtikçe Hıristiyanlar Vezire tamamen inanıp gönül vermişler. Sinelerine onun
sevgisini ekmişler. Onu İsa’nın gerçek vekili ve kendi kurtarıcıları sanmışlar. Oysa
bilmemişler ki o şekerli gül suyu şerbetine zehir döküyormuş. Karışık nükteler
söylüyormuş hep. Görünürde ‘Yolda çevik ol’ diyormuş, ama anlattıklarının
etkisiyle aslında ‘Ruha gevşek ol’ diyormuş, yani psikolojik olarak insanları
manipüle ediyormuş hep. Vezir
Kraldan ayrı bir şekilde altı yıl boyunca İsa’ya bağlı olan Hıristiyanların bir
sığınağı olmuş. Halk dinlerinin nasıl yorumlanması gerektiğini ve gönlünü
bütünüyle ona teslim etmiş. Halk onun verdiği emir ve hükümler uğruna can
veriyormuş. Fakat
tüm bu süre boyunca Kral ile Vezir arasında gizliden haberleşmeler de olmuş.
Kral ona gizlice telkinlerde bulunup kendisine tamamen güvendiğini iletiyormuş. Bir gün
Kral Vezirine: ‘‘Ey talihlim! Vakit geldi. Çabuk gönlümü ferahlat’’ diye haber
iletmiş. Vezir: ‘‘Ey Kralım! Şu anda İsa’nın dinine fitneler sokmaya
çalışıyorum.’’ diye cevap göndermiş. O
dönemlerde Hz. İsa taraftarları olarak bu dini yaymak üzere mücadele içinde
olan on iki kavim varmış. Her kavim ayrı bir beye bağlıymış. Halk kendi
beylerine büyük bir bağlılıkla bağlıymış. Bu on iki kavim ve beyleri de tüm
dini samimiyetleriyle ve içtenlikle bu sinsi vezire bağlanmışlar. Herkes
vezirin sözlerine inanıp ona itimat etmiş. Herkes onun davranışlarını örnek alıyormuş.
Öl deseydi, her bey onun önünde anında canını verirmiş. Vezir
bu beylerden her birinin adına bir sertifika ve talimatname hazırlamış. Her
talimatnamedeki yazılar, bir başka yöntem ve yolu gösteriyormuş. Her bir
talimatnamenin içerdiği hükümler başka bir türdenmiş. Her biri sondan başa
kadar bir diğerinin aksini hükme bağlıyormuş. Birinde riyazeti, yani beden
terbiyesini ve açlığı tövbenin temeli ve öze dönüşün şartı yapmış. Bir
diğerinde ise, ‘‘Riyazetin faydası yoktur. Din yolunda cömertlikten başka kurtuluş
yoktur.’’, diye yazmış. Birinde demiş ki; ‘‘Açlık ve cömertliğin, ibadet ettiğine karşı
senin şirk koşmandır. Tevekkülden; üzüntü ve rahat hallerinde tam teslimiyetten
başka her şey hile ve tuzaktır.’’ Birinde; ‘‘Geçerli olan hizmettir. Bu yolda,
yani din yolunda hizmet etmeyenin dediği her şey yalandır iftiradır.’’ demiş.
Birinde; ‘‘Senin olanı bırak, senin tabiatının benimsediği şey batıl ve
kötüdür.’’ yazmış. Birinde demiş: ‘‘Kendine bir rehber bir üstat ara. Kendi
asaletinle sonuca gidemezsin.’’ Diğer birinde; ‘‘Üstat da sensin, üstadı
tanıyanda.’’ yazmış. Bu ve
bunlara benzer birbirinin aksi ve çelişkilerle dolu ayrı ayrı yorumlar ve
talimatnameler yazmış. Günün
birinde Vezir tam olarak İsa’nın dinine fitneler soktuğundan emin olduktan
sonra artık cemaate vaaz vermeyi bırakmış. Yalnız başına yaşamaya karar vermiş.
İki aya yakın tek başına bir inzivaya, halvete çekilmiş. Bir
süre sonra, müritleri ve halk Veziri dinlemekten, onun davranış ve konuşma
zevkinden mahrum kalmaktan ne yapacaklarını şaşırıp deliye dönmüşler. Müritleri
her gün ona yalvarıp yakarıyorlarmış. ‘‘Sensiz bizim ışığımız yoktur. Değneksiz
körlerin hali nasıl olur? Sensiz biz değneksiz körler gibiyiz. Allah aşkına
bizi kendinden ve bilginden daha fazla mahrum bırakma. Biz çocuk gibiyiz. Sen
bizim rehberimiz, liderimiz ve koruyucu dadımızsın.’’ Vezir:
‘‘Canım sevenlerimden uzak değildir. Ancak benim bundan böyle dışarı çıkmama
size vaaz vermeme, rehberlik etmeme İsa’nın ruhu izin vermiyor.’’ demiş. Müritleri:
‘‘Ey yüce ve asil kişi, biz senin güzel sözlerine alıştık. Biz senin hikmet
sütünden içtik. Lütfen bahane uydurma. Halveti bırak aramıza gel. Sen başımızda
olmazsan bu bizim için büyük bir felaket olur. Biz sensiz hem gönülden hem de
dinden oluruz.’’ demişler. Vezir:
‘‘Dikkat edin. Kulaklarınıza pamuk tıkayın. Dedikodulara kapılmayın. Benim
hakkımdaki söylentilerle ilgili olarak hissiz, kulaksız ve düşüncesiz olun.
Bana güveniyorsanız ve ben sizin için bu denli önemliysem, ben gökyüzüne yerdir desem de
siz buna inanın ve tartışmayın. Ki böylece yüce İsa nezdinde isteğinize cevap
bulasınız.’’ demiş. Müritler:
‘‘Biz kazanmada ve mat olmada satranç taşları gibiyiz. Kazanmamız ve
kaybetmemiz ancak senin elindedir. Ey güzel vasıflı! Biz kim oluyoruz ki
seninle eşit oluyoruz. Biz yoklarız. Bizim varlığımız sensin, fani görünen ama
mutlak olan varlık sensin. Biz ancak sancağın kumaşı üzerinde resmedilmiş
aslanlar gibiyiz. Sancaktaki aslanların saldırmaları ancak rüzgârla mümkündür.
Sancak sallanınca aslanların hamleleri görülür ama rüzgâr görülmez. Görünmeyen
asla yok olmasın. Rüzgârımız ve varlığımız sensin, senin bize verdiğindir.
Bizim varlığımız tümüyle senin icadındır. Sen yok olana varlık tadını
gösterdin. Lütfen bize verdiğin nimetleri geri alma, aramıza geri gel.’’
şeklinde yalvarıp yakarmışlar. Vezir
içerden şöyle seslenmiş: ‘‘Ey müritler benden şu bilinsin. İsa bana şöyle haber
gönderdi: ‘Bütün dostlarından ve yakınlarından artık uzak dur, yalnız kal.
Yüzünü duvara çevir. Yalnız otur ve kendi varlığından bile yalnızlığı seç.’ Bundan
sonra İsa tarafından söz söylememe izin yok. Bundan böyle konuşmayla işim
kalmadı benim. Ey dostlar! Elveda! Ben öldüm, eşyamı dördüncü feleğe götürdüm.
Böylece ateşten feleğin altında odun gibi meşakkat içinde helak olarak
yanmayacağım. Bundan sonra dördünce semanın üzerinde İsa’nın yanında
oturacağım.’’ demiş ve daha sonra Hıristiyanların on iki beylerini yanına
çağırmış. Her biri beyle ayrı ayrı ve yalnız konuşmuş. Her birine şöyle demiş:
‘‘İsa dininde hakkın naibi ve benim halifem sensin. İsa bundan sonraki tüm
emirleri senin vermeni istiyor. O herkesi sana dost ve yandaş yaptı. Sana karşı
isyan eden ve senin otoriteni tanımayan her beyi yakalat; ya öldür ya da
yanında esir al. Ancak ben hayatta oldukça bu söylediklerimi kimseye açıklama.
Ben ölmedikçe bu halifeliği, liderliği ilan edip isteme. Ben ölmedikçe
liderliğini ortaya koyma. Sultanlık ve hâkim olma iddiasında bulunma. İşte sen
şu sertifikayı al bu talimatnamede yazılı olanları, İsa Mesih’in hükümlerini
bir bir ümmete açık olarak oku.’’ demiş. Böylece
Vezir her bir beye ayrı olarak ‘‘Allah’ın dininde senden başka naip, halife
yoktur.’’ demiş. Her birini tek tek yüceltmiş. Ona söylediğini, buna da
söylemiş. Her birine bir sertifika ve talimatname vermiş. Bu talimatnamelerin her birinde
yazılı fikir ve amaç diğerinin tam tersiymiş. Bu talimatnamelerin bütün
metinleri A dan Z ye kadar farklı farklıymış. Bir talimatnamenin hükmü diğer
talimatname hükmünün tamamen zıddıymış. Daha
sonra Vezir kırk gün kapıyı üzerine kapatmış, hiç dışarı çıkmamış. İçerde kendi
kendini öldürtmüş. Halk
ölümünden haberdar olunca mezarına yığınla akın etmiş. Mezarının başında
kıyametler kopmuş. Halk mezar başında üzüntüden saçını başını yolmuş elbiselerini
yırtmış. Araplardan, Türklerden, Rumlardan ve Kürtlerden o kadar çok insan
toplanmış ki, sayılarını ancak ve ancak Allah bilirmiş. Bütün bu insanlar
Vezirin toprağını başına çalmışlar. Bu halklar bu Vezirin mezarı başında
gözlerinden kırk gün boyunca kan akıtarak ağlamışlar. Kırkı
çıktıktan sonra halk şöyle demiş: ‘‘Ey büyük beyler. Üstadımızın makamına siz
beylerden oturacak kimdir? Artık onun yerine o beyi önder tanıyalım, elimizi eteğimizi onun
eline verelim, ona bağlanalım.’’ Bu
beylerden bir bey hemen ilerlemiş ve bu vefalı insanların önüne çıkmış: ‘‘İşte,
bu kutsal kişinin naibi, halifesi benim. İşte onun bana vermiş olduğu bu
sertifika benim kanıtımdır. Bundan böyle bu naiplik, halifelik benim
hakkımdır.’’ demiş. Bir başka bey daha öne çıkmış. Halifelikte iddiası
aynıymış. O da kolunun altından bir sertifika çıkarıp göstermiş. Böylece her
ikisini karşılıklı bir öfke kaplamış. Diğer beyler bir bir sıra olup keskin
kılıçlar çekmişler. Artık her birinin elinde bir kılıç ve bir sertifika varmış.
Sarhoş filler gibi birbirlerine girişmişler. Yüz binlerce Hıristiyan
öldürülmüş. Sağdan soldan sel gibi kan akmış. Böylece Vezirin ekmiş olduğu
fitne o beylerin ve halklarının felaketi ve sonu olmuş. Açıklama: Bu öykü
herhangi bir dini veya politik figüre yönelik olarak yazılmadı. Türkiye’deki
kavgalara baktığınızda öyküde verilen mesaj bazı şahsiyetlere uyar mı onu siz
sayın okuyucular kendiniz karar verin. İnsan her kıssadan kendi hissesini
çıkarabilir. *Kaynak:
Mesnevi, Türkçe tam metin çevirisi, Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu, Akçağ Yayınları, Ankara, Aralık
2010, I. Baskı, ISBN: 978-975-338-968-6 |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Kültür ve Tarihi Varlıkların Korunması - 23/04/2021 |
Kültür ve Tarihi Varlıkların Korunması |
Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkileri - 30/03/2021 |
Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkileri |
İktidar Utanmazlığı - 12/10/2020 |
İktidar Utanmazlığı |
Asker Devletler ve Çatışmalı Siyaset - 08/12/2017 |
Asker Devletler ve Çatışmalı Siyaset |
Sanki yine oyun içinde anlaşmalı bir başka oyun var. - 06/12/2017 |
Sanki yine oyun içinde anlaşmalı bir başka oyun var. |
Uyduruk bir masal - 26/11/2017 |
Uyduruk bir masal |
HUKUK DEVLETİ HAYALİNİN SONU - 06/11/2016 |
‘‘Bu yürüyüşümüze bir slogan da lazım. |
Diyanet İşleri Başkanlığı, Fetva ve Yalan - 10/01/2016 |
Diyanet İşleri Başkanlığı, Fetva ve Yalan |
Diyanet İşleri Başkanlığı, Fetva ve Yalan - 10/01/2016 |
Diyanet İşleri Başkanlığı, Fetva ve Yalan |
![]() |