![]()
Cihan İPEK
cihanipek@salihtas.net
AK Parti ile Cemaat Çekişmesi ve Kürtler
01/01/2014
Türkiye, yeni
bir yıla yine yolsuzluk, paralel devlet, derin devlet, partizan/yandaş odaklı
çıkarcı bir ekonomik model kavgası ile giriyor. Diğer yıllara ek olarak bu kez
yılın son günlerinde çokça konuşulan beddua ayinleri ile HSYK’nın ve bir
savcının bildirisidir. Kürt bölgesinde de, genellikle bu kavganın Kürt siyaseti için anlamı ve
Kürtlerin önümüzdeki dönemlerde rejim içinde siyasal iktidara paydaş olarak
katılmak üzere hesaba katılıp katılmayacağı merak edilip tartışılıyor. Bu konuda bir görüşe varmak için geçmişteki resme şöyle biraz özetle bakmak
gerekir. Bilindiği gibi, Türkiye’de devlet yıllarca, beyaz Türkler diye tabir edilen
elit bir sınıfa ve belli bir ideolojiye hizmet etmek üzere işlev gördü. Bu
sınıfa mensup olanlar ve kendini bu sınıf içinde görenler, devletin
olanaklarından istifade edip, azınlıkları, dindarları, solcuları, Alevileri,
Kürtleri ve bilcümle mutsuz ve mazlum halk kesimlerini yok saydı,
görmemezlikten geldi. Bu sınıf, dış dünya ve Avrupa ile ilişkilerinde de, Türkiye’yi sadece İstanbul
şehrinden ibaret göstermeye çalıştı. (O nedenle dikkat edilirse yabancı
yatırımlar hep İstanbul çevresine ve Marmara Bölgesine odaklanmıştır.) Bu kesim, Anadolu’nun ve Kürdistan’ın elektriksiz, yolsuz, okulsuz,
öğretmensiz, hastanesiz ve doktorsuz kasabalarından veya köylerinden yazıtsal
ve sanatsal olarak da bahsedilmesine hiç tahammül etmedi. Bahsedenleri de
komünistlikle, Kürtçülükle veya bölücülükle suçlayıp içeri tıkadı, sürgünlere
mahkûm etti. (Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya’nın başına gelenler bu uygulamaların
ve bu düşünce biçiminin en hafif bir yansımasıdır.) İnkâr edilen, yok sayılan, devlet kapılarında hor görülen, devlet
bürokrasinin ağır yükü altında ezilen mutsuz ve mazlum kesimler birazcık
örgütlenerek ses çıkarıp temel ihtiyaçlarından ve sıkıntılarından söz etmeye
başlayınca da tepelerine askeri cunta balyozları indi ve boyunlarına da
Sıkıyönetim Mahkemeleri ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kararları asıldı. Ancak ne zaman ki yabancı yatırımcılara İstanbul çevresi ve Marmara Bölgesi
yetmez geldi ve Türkiye’nin diğer bölgelerine açılmak istediler, o zaman devlet
yabancı sermayecilerin Anadolu’ya açılabilmesi için ufak tefek yatırımlar
yapmaya, yollar açmaya, köylere elektrik götürmeye başladı. (Bu da birazcık
dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın liberal düşünmesinden kaynaklı ekonomik
alanlardaki öngörüsü sayesinde oldu.) O yıllarda dünyada da glastnos ve perestroika politikalarının rüzgarı
esmeye başlamıştı. Böylece dünya ekonomisi globalleştikçe, yabancı yatırımcılar
Türkiye’ye daha fazla ilgi gösterdi. Ülkeye gelen sınırlı yabancı sermaye ve
Türkiye’nin 1996 yılında Avrupa Gümrük Birliğine üye olması sayesinde Anadolu
insanı iş buldu, para kazandı ve daha ucuza sanayi ürünü olan bir takım ev
eşyalarını ve iş aletlerini satın aldı, otomobiller edinmeye başladı. Bu da
ülkedeki mutsuz ve mazlum insanların başka dünyaların ve yaşam tarzlarının da
var olduğunu görmesine olanak yarattı. Fakat ülkeyi yöneten hortumcu elit sınıf devleti soyma alışkanlığından
hiçbir zaman vazgeçmedi. Hukuksuzluklarını ve yolsuzluklarını hep sürdürerek
devletin kasasından haksız yere hortumlamaya devam etti. Devlet hazinesi hep
soyuldu, içi boşaltıldı. Böylece 2001 ekonomik krizi patlak verdi. Bu kriz sonrasında Türkiye’de oluşan politik boşluğu değerlendiren,
Erdoğan, Gül ve Arınç üçlüsü, daha önce bu beyaz Türklerce küçümsenen ve
dışlanan İslami kesim politikacılarından veya liberal muhaliflerden oluşan bir
koalisyon partisi kurdular. Bu koalisyonun liderleri, diğer birçok Müslüman
ülkedekilerin aksine, kendilerinin radikal İslamcılarla bir bağlantılarının
olmadığını, -kendi deyimleri ile- üzerlerindeki ‘Milli Görüş’ gömleğini de
çıkardıklarını, hedeflerine sadece Türkiye’nin kalkınmasını, ülkeye eşitlik ve
adalet getirmeyi ve siyaseten de Avrupa Birliğine üyeliği koyduklarını
söylediler. Bu tarz bir söylemle kamuoyuna ve dış dünyaya mesaj verip iktidara
talip oldular. 03 Kasım 2002 seçimlerinde halk’ın çoğunluğu kendilerine
teveccüh etti, seçildiler ve 2002’den beridir de ülkeyi yönetiyorlar. İşte şu an devleti yönetenler, yargıda, emniyette ve devlet bürokrasisinde
etkin olanlar, bu İslami kesimin bileşenleridir. Bu yapının görünen ve de
görünmeyen, radikal olan ya da radikal olmayan birçok siyasal ve ekonomik
paydaşı vardır. Şimdiki siyasi krizin gerçek nedeni ise, eski elitlerin bir seküler siyasi
mirası olan partizan/yandaş odaklı çıkar amaçlı ekonomik modelin bu kez İslami
versiyonu şeklinde devam edip etmemesi ile Kürtlerin rejim içinde ve ülke
yönetiminde siyasal iktidara paydaş olarak hesaba katılıp katılmamasından
kaynaklanmaktadır. Kavganın Kürtlere ve sürece yansıması şudur: AK Parti iktidardan düşerse,
Kürtlerle barış ve çözüm süreci bir akamete uğrayacaktır. Uğramayacağına
inanmak da düşünmek de yanlıştır. Ancak ondan sonra da iktidara kim gelirse
gelsin, yine bir şekilde Kürtlerle barış görüşmelerine başlamak ve müzakere
etmek zorundadır. Zira devletin hem önceki hortumcu elitlerinin hem de şu anki
bazı dinci-hortumcu-tüccar yöneticilerinin ve yargı mensuplarının bütün inkâr
ve asimilatif politik oyunlarına ve Kürtlerin kendi içlerindeki dağınıklığına
rağmen, tarih Kürtlerin davasında haklı olduğunu ve Türkiye’ye bağlılıklarını
defalarca teyit ettiklerini göstermiştir. Dolayısıyla, geldiğimiz nokta itibarıyla, Kürtlerin kendi aralarında
yaşadıkları, bir takım politik, kültürel, hukuksal ve dini çekişmelere rağmen,
bundan sonra da Türkiye’de iktidara kim gelirse gelsin, Kürt halkını yok
sayması, demokratik Kürt hareketlerini egale etmeye çalışması, bu hareketleri
görmemezlikten gelmesi, Parlamentoda Kürt vekillerini dinlememesi, adam yerine
koymaması mümkün değildir. Devlet ve iktidara talip tüm siyasi partiler,
Kürtleri siyasal iktidar hesabı içinde görmek zorundadır. Görmedikleri sürece
bu ülke siyasetinin krizlerden kurtulamayacağı ve bu ülke yurttaşlarının da bir
türlü huzur yüzü görmeyeceği kesindir. Gerek şu anki kriz açısından ve gerekse bundan sonraki politik rekabetler
açısından olsun, Türkiye’de politika belirleyici aktörlerden kim olursa olsun,
her kim ki Kürt halkının kültürel haklarını kabul ederek onları bu ülkenin
siyasal iktidar hesabı içinde değerlendirip Kürt sorununu barışçıl ve
demokratik yöntemlerle çözmeye çalışırsa o kazanır. Tüm Türkiye kazanır. Kürtler de kendi aralarındaki bir takım politik, kültürel, hukuksal ve dini
çekişmelerinde kırıp dökmeden, halk ve ulus bilinci ile hareket ederek,
demokratik kurallar içinde rekabeti hak kabul edip, Türkiye’nin kazanması için
birlikte politika geliştirmelidirler. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Kültür ve Tarihi Varlıkların Korunması - 23/04/2021 |
Kültür ve Tarihi Varlıkların Korunması |
Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkileri - 30/03/2021 |
Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkileri |
İktidar Utanmazlığı - 12/10/2020 |
İktidar Utanmazlığı |
Asker Devletler ve Çatışmalı Siyaset - 08/12/2017 |
Asker Devletler ve Çatışmalı Siyaset |
Sanki yine oyun içinde anlaşmalı bir başka oyun var. - 06/12/2017 |
Sanki yine oyun içinde anlaşmalı bir başka oyun var. |
Uyduruk bir masal - 26/11/2017 |
Uyduruk bir masal |
HUKUK DEVLETİ HAYALİNİN SONU - 06/11/2016 |
‘‘Bu yürüyüşümüze bir slogan da lazım. |
Diyanet İşleri Başkanlığı, Fetva ve Yalan - 10/01/2016 |
Diyanet İşleri Başkanlığı, Fetva ve Yalan |
Diyanet İşleri Başkanlığı, Fetva ve Yalan - 10/01/2016 |
Diyanet İşleri Başkanlığı, Fetva ve Yalan |
![]() |