Mamoste Mam
info@xalxalok.com
İBRETLİK İTİRAF
08/09/2013

DOĞUDA GÖREV YAPMIŞ BİR ÖĞRETMENİN VE ASKERİN İBRETLİK İTİRAFI:

Tabur Komutanlığı yapan Mehmet D'nin zevk için köylülere işkence ettiğini belirten Kılıç, "Hayvanlarını otlatan 13-14 yaşlarındaki kız çocuğuna ateş emri verildi. Biz vurmayınca Sedat denilen uzman çavuş dürbünlü silahı ile birkaç el ateş ettikten sonra kız kanlar içinde yere yığıldı" dedi. Kılıç, "Birçok insanı ise kafa üstü ayaklarından asarak işkence ediyordular. Onlarca köylü olmadık işkencelere maruz kaldı. Şimdi bir sürü mezar var oralarda. Tanık olduğum o günler aklıma geldikçe insanlığımdan utanıyorum" dedi.

Yaşı 13-14 gibiydi. Sedat isminde bir uzman çavuş kızı görür görmez bize kıza ateş etmemizi istedi. Ben kabul etmedim, yanımda Karadenizli bir arkadaşım vardı, komutan bana uzunca hakaret ettikten sonra ona ateş etme talimatı verdi. Ateş etmeden önce arkadaşıma kızdım.Ve bana 'sen merak etme ben de insanım onu vuracağımı düşünme üstünden ateş edeceğim' dedi. Ve gerçektende öyle yaptı. Karadenizli arkadaşım onu vurmayınca Ali isminde bir astsubay 'ben vuracağım' deyince, Sedat adındaki uzman çavuşun silahı dürbünlüydü ve o kızı vurmak istedi. Birkaç el ateş edince kız kanlar içinde yerlere serildi. Ve ben insanlık dışı bu uygulamayı izlemek zorunda kaldım. Yaşanan bu vahşeti bir marifetmiş gibi kahkahalarla tamamlıyordular."

Kılıç, "Akşam haberlerinde bizim Taburun adı geçti, çatışma yaşandığı ifade edildi. Haberde yaralanan kız çocuğun adı geçti, fakat askerin vurduğunu söylemediler. Kızı uzman çavuş vurdu, fakat olayı PKK'nin üzerine yıktılar" dedi.

"Çocuk Kürtçe konuşuyordu, elleri ile bir takım işaretler yapıyordu. Ve gerçekten çocuk PKK'lilerin nerede olduğunu bilmiyordu. Bilseydi yaşadığı işkenceye maruz kalmazdı. Çocuk konuşmayınca ona patlayıcı maddeler bağlayıp uzaktan kumanda ile patlattılar. O çocuğun gözyaşları ve Kürtçe yardım istemesi çaresizliği aklımdan çıkmıyor. Aradan 19 yıl geçti, başımı her yastığa koyduğumda kulak çınlaması gibi çocuğun çaresiz feryadını duyuyorum. Çocuğun babası çocuğu sormaya geldi. Sakallı ve yaşlı bir adamdı. Adam çocuğunun durumunu bile sormaya korkuyordu. Olmadık hakaretlere maruz kalıyordu. Ben orada asker olduğum sürece adam her gün çocuğunu soruyordu. Her defasında 'sen git çocuk gelecek' diyorlardı."

"Bir çadır vardı, köylülerin kadınları ve kızlarını bu çadırlara getirip akıl almaz işkencelerle kirletiyordular. Asker, köylüleri iştima edip kadınlara ve kızlara babaları, ağabeyleri ve eşlerinin gözleri önünde taciz ediyorlardı. Tabur komutanı köylülerin koyunlarını toplattırıp satabildiğini sattırıyor, satamadığını ise keserek askerlere veriyordu."

"Cesetlerin parmaklarını ve kulaklarını keserek önce bir gün kola içinde beklettikten sonra kurutup vernikliyordular. Kimisi cüzdanına koyup saklıyordu. Kimisi ise tel geçirip anahtarlık yapıyordu. Cesetler haftalarca köy meydanına bırakılıyor, kimsenin ise dokunmasına izin verilmiyordu" dedi

Köylülere işkence edilen bir çadır vardı. O çadıra girenin sağ çıkması mümkün değildi. Ve o çadıra girenlerin çıktığına tanık olmadık. O bölgede bir sürü mezar olduğundan eminim. Öldürdüklerini muhakkak oraya gömüyordular" diye konuştu.

Yüksekova'da 5 ay askerlik yaptığını ifade eden Kılıç, 5 ay içerisinde 10 sivil insanın askerler tarafından öldürüldüğünü, 30 kişinin yaralandığını ve yüzlerce köylüye ise akıl almaz işkenceler yapıldığına tanık olduğunu söyledi.

"Bir vatandaş suç işledi mi hemen yargılanıyor ve cezası kesiliyor. 19 yıl önce askerlik yaptığım yerde insanlara akıl almaz işkenceler yapılıyordu. Masum, suçsuz çocuklar ve insanlar öldürüldü. Bunlar neden görmemezlikten gelindi? Devlet 19 yıl sonra mı uyandı?" diye sordu. Alıntı

 

 

   Doğuda Görev Yapmış Bir Öğretmenin İbretlik İtirafı: Ben 1996 ve 99 yılları arasında Siirt’te bir yatılı okulda görev yapan, Giresunlu bir öğretmenim. Şuan 46 yaşımdayım. Aslım Laz. Ve şuan hala aktif meslek hayatıma devam ediyorum. Aklıma her geldiğinde beni derinden üzen, vicdanımı sızlatan, bazen ağlatan, pişmanlığa boğan o 3 yılda yaşadıklarımı, yaptıklarımı ve bizden yapılmasını istenenleri büyük bir vicdan azabı içinde anlatacağım.

   Okulumuzun öğrencileri tamamen Kürt öğrencilerden oluşuyordu. Çevre köylerden geliyorlardı. Henüz yaşları çok küçük olanlar da vardı. Büyük olanlar da. Kimileri de yaşıtlarının çok çok üstündeydi. Onlar da okula geç başlayanlardı… Kendi köyünde ilkokulu bitirip ortaokul için Yatılı okula gelenlerin çoğu Türkçe bilmezdi. Türkçe’yi bilmeden nasıl geçtiniz derslerden dediğimizde, buna bile cevap veremiyorlardı. Soruyu belki anlıyorlardı ama telaffuz edemiyorlardı.

  Ben üniversitede ülkü ocaklarına gitmiştim, vatanımı milletimi ve bayrağımın bütünlüğünü bozan her şeye karışıydım. Dilimiz Türkçe’ydi ve bu yüzden Kürtçe konuşan daha doğrusu Türkçe bilmeyen o öğrencilerden nefret ediyordum. Bazen kafamda onları yok etmenin hesaplarını yapıyordum. Bizden istenmişti ve biz de onları asimile etmek için her şeyi yapıyorduk. Fakat onların bundan haberi yoktu.

  Kürtçe konuştuğu için yediği tokattan kulak zarı patlayan, yediği dayaktan hafızasını kaybeden, yani dengesi bozulan birçok öğrenci olmuştu. Hiç aklımdan gitmeyen bir olay var. Ve aklıma geldikçe kahroluyorum. Ve inanın bu satırları yazarken ağlıyorum.

  Bir öğrencim arkadaşına Kürtçe vara vara( gel gel) dediğini duydum ve merdivenlerin başında yanına yaklaştığım gibi bütün gücümle ona tokat attım. Merdivenlerden düşüp kolu kırıldı. Ona niçin tokat attığımı bile bilmiyordu. Acı içinde feryat figan ağlıyordu. Arabam vardı. Hemen arabayı getirip onu hastaneye götürdük. Yolda merdivenlerden kendim düştüm demesini istedim. Fazla zorlamadım yine de. O da beni çok sevdiği için bunu kabul etti ve doktor ne oldu sana dediğinde yarı Türkçe Yarı Kürtçe’yle arkadaşımla şakalaşırken merdivenlerden düştüm dedi.

   Büyük bir banyo vardı. Ve öğrenciler sınıflarına göre düş alıyorlardı. Hepsi aynı yerde. Bazen sular buz gibi olurdu bazen sıcak su olur soğuk olmazdı bazen de sular birden kesilir köpüklü kalırdı herkes… Öylece duştan çıkıp kurulandıklarını gördüğümde vicdanım sızlardı ama bunun önüne vatana millete olan sevgim geçerdi.

   Bunlar hakkediyor derdim. Acıma bunlara derdim kendi kendime. Çünkü bana böyle öğretilmişti. Her gün bir sürü öğrenciyi döverdim. Onları dövdüğüm halde, onları asimile etmeye çalıştığım halde onlar beni sevmeye devam ediyorlardı. Bazen odama gelip öğretmenim seni çok seviyoruz diyorlardı ve eğer siz benim dediklerimin dışına çıkmasanız ben de sizi seveceğim diyordum. Onlar beni, onlara uyguladığım şiddete karşı seviyorlardı ben ise onları, onlardan bir şey bekleyerek sevmeye çalışıyordum. Şimdi bunu düşündüğümde inan ki insan olduğumdan utanıyorum. Şuan Yaşadığım acıları ve vicdan azabını dilerim Allah kimseye yaşatmasın.

   Okulun şartları oldukça kötüydü. Yemekler bazen olmazdı bazen de yemeklerin içinde solucan, böcek vb şeyler çıkardı. Bunları dile getireni döverdik ve bir daha sesini çıkarmazdı. Bazen kaloriferler yanmazdı odalar buz gibi olurdu. İnan o soğukta bırakın yatmayı, orada durmak bile imkansızdı. Hala düşünüyorum, onlar nasıl idare ediyordu o soğukta anlamış değilim. Tayinim çıktığı gün. Vedalaşırken arkamdan bir sürü öğrencim ağıt yakarcasına ağlıyordu. Belki o sahneydi beni insanlığımı bulmaya iten. Hiç unutmadım ama hiç o sahneyi. Yıllarca düşman gözüyle baktığım, dilini yasakladığım, asimile etmeye çalıştığım, varlığını kendi varlığıma adatması için baskı uyguladığım o öğrencilerim, ben onlardan ayrılıyordum diye hıçkıra hıçkıra ağlayıp, ne olur gitmeyin öğretmenim, ne olur gitmeyin öğretmenim diyorlardı…Oysa hemen öncesinde onlarla vedalaşırken, içten sarılmamıştım onlara, onlara sarılırken bile aklımda başka hesaplar vardı. Ve onların arabamın ardından ağlayarak koştuklarını görünce, frene basıp, bütün kinimi, nefretimi içimden çıkardım. Sizin olsun bayrağınız dedim, vatan da sizin olsun her şey de…Ve kapıyı açıp, geri koşarak, hepsine onları yüreğime basarcasına sarıldım. Sizi çok seviyorum dedim. Hem de çok. Siz benim evlatlarım ve kardeşlerimsiniz. Sizi çok seviyorum. Ne olur beni affedin. Hakkınızı helal edin. Ve bir çocuk gibi boylarının seviyesine inip onlarla ağladım… O gün anladım. İnsanlığın her şeyden daha değerli olduğunu. O gün anladım sevginin ne kadar güzel olduğunu. İşte o gün anladım kimsenin rengine, diline, ırkına bakmadan insanları sevmenin ne kadar lezzetli bir şey olduğunu. Keşke şimdi tekrar oralarda görev verseler bana, keşke tekrar bu fırsatı verseler de gidip onlara yürekten hizmet edebilsem. Kürtçeyi öğrenip onlara dersleri Kürtçe anlatsam. Ve onları 2 çocuğumdan ayırmadan hiç karşılık beklemeden sevsem.

   Öğrencilerimle vedalaşırken çok ağlamıştım ve bir de şuan bu satırları yazarken. Bütün o öğrencilerimden ve ailelerinden özür diliyorum. Biliyorum öbür dünyada Allah onlara yaptıklarımın hesabını soracak bana.

Ne olur hakkınızı helal edin… Buna ihtiyacım var.

(Not: Öğretmen ismini vermek istemiyor) sosyal medya paylaşımıdır.



1880 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Çél Kew û Cahş - 18/01/2014
Halkların kardeşliği sınırları aşıyor.
Qeşmerî Hewce Nake! - 03/10/2013
Qeşmeri hewce nake, Xwedé xweşîyé dixwazi
QARNAXSÎ Û QOTİK - 15/07/2013
“Ezberlenmiş cümleleri bağıra çağıra tekrar ederek “vatansever” olmanın bir çekiciliği var...