Bir asırdan beri Kürd’leri öz topraklarında inkâr etme cüreti göstermeye kalkışan ve kökleri bu topraklara ait olmayan üç-beş sığıntı-devşirme artık Kürd’lerin özgürlüğüne gem vuramayacak.![]() Kürd’ler, M.Ö 2400 tarihli Guti-Lulu koalisyonel devletten bugüne değin bu topraklarda nice uygarlıklar, devletler ve mirlikler kuran kadim bir halktır. Bu halk, bu topraklarda var olduğundan beri Büyük İskender, Moğollar, Persler, Bizanslılar, Selçuklular ve Arapların kanlı saldırılarına maruz kaldı. Bunca badireye rağmen, büyük bir inançla varlığını sürdürebilmeyi başardı. En son saldırı olarak, bu topraklara henüz gelen ve Türk olmayan sığıntı-devşirmelerin saldırısı oldu. Bir asırdan beri Kürd’leri öz topraklarında inkâr etme cüreti göstermeye kalkışan ve kökleri bu topraklara ait olmayan üç-beş sığıntı-devşirme artık Kürd’lerin özgürlüğüne gem vuramayacak. Çünkü bunların saldırgan pozisyonları ABD-Kürd ittifakıyla giderek zayıflamaya başladı. Buradaki eleştirim, söz konusu halklara ve o halkların bağrından çıkmış devrimci-demokratlara asla dönük olmadığını, sadece kendi ırkını inkâr edip Türkleşmek için Kürd’lere saldıran kesimi kastettiğimi belirtmek isterim. Maksimum 130 yıl önce Anadolu topraklarına sığıntı olarak gelen bir kısım Rus-Kafkasya Adigeleri (Çerkez’ler, Gürcü’ler Abhaza’lar ve Laz’lar) ile Balkan sığıntıları (Boşnak’lar, Pomak’lar Yugoslav’lar ve Arnavut’lar) Osmanlı tarafından öncelikli olarak “silahlı kuvvetlerde” istihdam edildiler. Bunun nedeni ise; Çarlık Rusya’sının Osmanlı İmparatorluğuna yönelik süregelen savaş tehdidi idi. Yani, Osmanlının buradaki yegâne amacı; Rus katliamından kaçarak Osmanlı’ya sığınan bu unsurların Ruslara karşı olan öfkesinden istifade etmekti. Bu sığıntı unsurlar, Osmanlı ordusunda silahlandıktan sonra, Slav halkına dönük acımasızca katliamlara giriştiler. Rus-Osmanlı çelişkisinden dolayı, Osmanlı devleti bu katliamları görmezden geldiyse de Rusya’ya boyun eğip 1878 Berlin antlaşması gereği bu sığıntıları Anadolu topraklarına sürmek zorunda kaldı. Bu sığıntılar Marmara, Ege ve Akdeniz kıyı şeridi, İç Anadolu’nun muhtelif yerleri ile Doğu Anadolu’nun kısmi bölgelerine yerleştirildiler. Yanaşacak limanları olmayan bu sığıntılar, zamanla silahlı kuvvetlerin önemli kademelerine hâkim oldular. Genelkurmay başkanlarının neredeyse tamamının Çerkez kökenli oluşu bunun en güçlü kanıtıdır. Devlet partisi olan CHP’de de örgütlenerek böylece devletin önemli köşelerine çöreklenmek suretiyle gerçek Türk’leri etkisizleştirip kendilerini bir nevi devletin sahipleriymiş gibi Türk görmeye başladılar. Etki alanlarını daha da genişleterek MHP’de örgütlenip Türk milliyetçiliği ismi altında yer altı dünyasının karanlık dehlizlerine indiler. Bir yandan parasal getirisi olan gayrimeşru faaliyetleri gerçekleştirirken, diğer yandan da sayısızca cinayetler işlediler. Bu etki ve yetkilerini ABD karşıtlığı biçiminde sürdürdüler. Kökleri bu topraklara ait olmayıp Türklükle alakaları bulunmayan ve gerçek Türk’leri de geri sıralara iten bu sığıntı unsurlar, Cumhuriyetin kuruluş gününden itibaren öz etnik kimliklerini inkâr ettiler. Kendilerini hararetli bir şekilde laik-Türk göstermek maksadıyla acımasızca Kürd’lere yönelip kendilerini Kemalist sisteme ispatlamaya çalıştılar. Bu faşizane yaklaşımları zamanla devlet politikası haline geldi. Bu durum 1920’den 2002 tarihine kadar aralıksız devam etti. Bu unsurlardan Gürcü kökenli Tayyip Erdoğan ise, geçmişin bir versiyonu olarak din kisvesi altında Kürd’leri asimile etmek maksadıyla 2002 tarihinde sahneye çıktı. Bir müddet sonra islami bir karakter çerçevesinde bazen zımni, bazen de açık bir biçimde ABD karşıtı bir tavır içerisine girdi. Rusya-Çin bloğuna göz kırparak askeri ve ticari konular başta olmak üzere birçok alanda yakınlaşma sağlayıp ABD’yi gücü oranında test etmeyi denemeye kalkıştı. ABD ve Avrupa’yla ortak bağı bulunduğu anlaşma ve sözleşmeleri aksatarak müeyyidel uyarılara karşı çift vuruşlu diş biledi. Türkiye’nin Avrupa Birliği kapısından kovulması için maksatlı olarak AB sürecini sürüncemede bırakmak istedi. ABD ve AB müeyyidesinden kurtulmaya çalışarak; Sünni-islami dikta bir rejim kurup, bu rejimin potasında eritmek istediği Kürd’leri tek bayrak, tek vatan, tek dil ve tek millet sopasıyla terbiye etmeğe çalıştı/çalışmaktadır. Bu bağlamda hedeflediği Sünni-İslami dikta rejiminin temellerini sağlamlaştırmak için Kürd’leri barış süreci aldatmacasıyla oyalayarak hedefine her gün bir adım daha yaklaşmaktadır. Beş yıllık barış süreci zarfında hiçbir pratik adım atmadan soyut söylemlerle Kürd’leri oyalamayı kurnazca sürdürmektedir. Bir taraftan barış sürecini gevelerken bir taraftan da Rojava’da Kürd’lerin IŞİD çetesi tarafından katledilmesini mutlulukla izleyen bu sığıntı-devşirme, barış süreci konusundaki gerçek maksadını bu şekilde ortaya koymaktadır. Henüz çıkarttığı ve Mussolini yasalarının aynısı olan Kobani yasasıyla Kürd’lere diz çöktürmeyi hedeflerken, askeri ve polisiye tedbirlerle Kürd’leri sindirip düzmece barış sürecini ihtiyaç duyduğu zaman dilimine yaymaya çalışmaktadır. Bu faşizan Kobani yasasının bir felakete dönüşerek tıpkı Kobani gibi şehir sokaklarına çatışma biçiminde yansıyacağını önemsememesi barış sürecindeki ciddiyetsizliğini özetlemektedir. Tüm olup bitenlere bakıldığında, Mustafa Kemal’in 1920-1923 tarihleri arasında Kürd’leri nasıl kullanıp daha sonra bertaraf ettiği metodun aynısı bugün Tayyip Erdoğan tarafından tekrarlandığı izlenimi ortaya çıkmaktadır. Bu her iki aktör, iktidarlarını ve kimliklerini ait olmadıkları Türk’lük kimliği üzerine inşa ederken, Kürd’leri kendi düşünsel potalarında eritmek, varlıklarını da Türk varlığına armağan etmekten geçtiğini temel hedef olarak belirlediler. Ama artık islamcı ve Kemalist devşirmelerin evdeki hesabı çarşıya uymamaya başladı. Artık Kürd’ler varlıklarını başkasının varlığına armağan etmeyecek bir sürecin ilk basamağına ABD ittifakıyla ayak basmaya başladı. ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını tehdit ettiği gibi, Kürdistan’ın varlığını da tehdit eden IŞİD terörüne karşı Kürd’lerin yarattığı direniş destanı ABD-Kürd ittifakının oluşmasında önemli rol oynadı. Diğer bir faktör ise; ABD’nin modernizasyone ettiği Irak ordusu Amerikan malı binlerce tank, top, uçak, ağır silah ve mühimmatla donandığı halde Musul’da üç-beş bin IŞİD’linın saldırısı karşısında kaçarak tüm silahları bırakıp soluğu Bağdat’ta almış olmasıdır. Bir orduya yetecek miktardaki ağır silahları Irak ordusundan eline geçiren IŞİD’li çeteler, onbin kişilik daha büyük bir güçle Kobani’ye saldırıya geçerken sadece piyade tüfeğiyle savunmaya geçen üçbin kişilik PYD gerillası karşısında adeta hezimete uğraması ABD-Kürd ittifakına yol açan başka bir faktördür. Irak ordusunun yenilgisi ile Kürd’lerin eşsiz direnişi mukayese edildiğinde ABD’nin müttefik tercihi Kürd’lerden yana olması anlaşılır bir kaçınılmazlıktır. Derin bir proje çerçevesinde yaratılan IŞİD çetesi, Kürd’leri soykırıma uğratmaya çalışırken, Tayyip Erdoğan Türkiye’si onları ballı sütle beslemeğe devam ediyordu. Filistin’li ve Mısır’lı Esma’lar için Tayyip Erdoğan ve ekibi koro halinde zırlarken, Kobani’de IŞİD katilleri tarafından ciğerleri vahşice sökülen Kürd çocuklarının dramına sırt çevirdi. Böylesi kirli bir temelde gelişen IŞİD-Türkiye işbirliği gerek dünyanın ve gerekse ABD’nin dikkatinden kaçmadı. Kürd düşmanı bu kirli ittifak aynı zamanda ABD’nin de Ortadoğu’daki çıkarlarına son derece ters bir durum oluşturduğunun farkına vardı. ABD, Ortadoğu’da kendisine sadık olabilecek ve aynı zamanda çıkarları ortak sayılabilecek bir müttefik ancak Kürd’ler olabileceğini nihayetinde anlayabildi. Bugün küresel ölçekte askeri, siyasi ve ekonomi alanında söz sahibi sayılan ABD, bugün Kürd’lerin müttefiki olma yolunda hızlı adımlar atıyor. Bu durum Kürd’ler açısından tarihi bir fırsat yaratmaktadır. ABD-Türkiye ittifakı, Kuzey kutbunun eriyen buz dağları gibi çatırdamaya başlarken, kedinin fareyle oynadığı gibi ABD Türkiye’yi şimdiden istediği şekilde oynatmaya başladı bile. Örneğin; Rojava’lı Kürd’lerin vahşi IŞİD çetesinin kör bıçağı altında kesilmesine çanak tutan Türkiye, bugün PYD’ye silah ve eğitim vermeğe başladı. Katil IŞİD çetesinin Kürd katliamına dönük her hamlesini kendi zaferi gibi gören Türkiye, bugün Peşmerge’nin ağır silahlarla Rojava’ya geçişine müsaade etmek zorunda kaldı. ABD’nin “Kobani düşerse sorumlusu Türkiye’dir” tavrı, sığıntı-Türk-devşirmelerin her türlü hesabını alabora ettiğini söylemek mümkündür. Çünkü ABD için, İran ezeli bir düşman sayılırken, Türkiye de İran gibi ABD karşıtı dini bir dikta rejimine doğru hızla yol alması Türkiye’yi ABD’den iyice uzaklaştırdı. Suriye ise, zaten öteden beri ABD çıkarlarına ters bir blokta yer almış bir devlettir. Irak ise, İran’la mezhepsel bir eksende yer alması ABD’nin çıkarlarıyla örtüşmeyecek bir güvensizliğe neden olmaktadır. Irak ordusunun mukavemet göstermeden ordunun tüm silahlarını şaibeli bir şekilde IŞİD’a bırakarak kaçması ise, bu güvensizliği daha da güçlendirmektedir. Bu denklemde, Ortadoğu’da ABD’nin güvenebileceği tek halk olarak Kürd’ler öne çıkmaktadır. Bu denklemin bir parçası sayılan Kürdistan’nın jeopolitik konumu ise, ABD’nin Kürd’lere yakınlaşmasını daha da cazip ve kaçınılmaz kılmaktadır. Tüm bu kareler yan yana geldiğinde, ABD-Kürd ittifakının güçlü ibareleri birer birer gözükmeye başladığını tedirginlik duymadan söylemek mümkündür. Örneğin; eli kanlı IŞİD çetesinin arka bahçesi olan Türkiye yelkenlerinin ABD tarafından zorla suya indirilmesi, hava operasyonları ve lojistik destekle Kobani meselesinin artık ABD için ulusal bir mesele haline gelmiş olması, İncirlik üssünün aynısı Erbil’de de yapımına başlanması, Federal Kürdistan bölgesine Türkiye’de bile o miktarda bulunmayan dokuzyüz bin ton silah ve mühimmat yardımında bulunulması ve bu yardımların bundan sonra da sürdürüleceği sinyallerinin gelmesi ve IŞİD saldırısında Erbil ve Kobani başta olmak üzere Kürdistan topraklarını hava operasyonlarıyla kanatları altına alıp tüm dünyaya Kürd’leri muhafaza ettiğini hissettirmesi Kürd’ler için müthiş bir tarihi fırsat olarak öne çıkmaktadır. Sonderece modern silahlarla donatılmaya devam edilen Kürd’ler artık ABD’nin güvencesindeki müttefiki sayılmaktadır. Buda gösteriyor ki, Kürd’ler bugünden itibaren başta sığıntı-devşirme-Türkler ile diğer sömürgeci güçler tarafından eskisi gibi kolayca itilip kakılamayacak. Kürd’ler geçmişten ders çıkararak, bu konuda devletler yâda bireyler düzeyindeki hiçbir ideolojik tepkiyi dikkate almadan ABD’nin uzattığı eli sıcak duygularla sıkıp, dostane bir ittifak içerisinde olmayı benimsemelidir. Bunun işaretleri Duhok’ta alınmaya başladığını gönül rahatlığıyla söylemek mümkündür. Tarihsel öneme haiz olan Duhok anlaşması, Kürd birliği açısından taşıdığı tarihi önem ABD-Kürd ittifakını da ihtivasına almıştır. ABD’nin bugün el uzattığı mazlum Kürd’lerin yarınları aydınlık olacağını gözden kaçırmamak lazım… YÜKSEKOVA HABER MUSTAFA BALBAL mustafabalbal@mynet.com |
1002 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |