Şeyhmus Diken
Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesindeki 6 mahallede 7 yıla yakın bir süredir devam eden sokağa çıkma yasağı geçtiğimiz hafta itibariyle kaldırıldı. Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Sur’da 2015 yılında yaşanan çatışmaların ardından aralarında tescilli yapıların da olduğu birçok yapı hasar görmüştü. 2016 yılında Bakanlar Kurulunun ‘acele kamulaştırma’ kararı ile çok sayıda ev yıkıldı, yerine yeni evler yapıldı. Ancak ortaya çıkan tablo içler acısı. Tarihi mahallelerde cezaevini andıran yapılar dikildi. Sur’da doğup büyüyen Yazar Şeyhmus Diken, Sur’un yıkımdan önceki ve sonraki halini, yeni yapıların yarattığı toplumsal tahribatı Evrensel’e anlattı.
Diken, sokağa çıkma yasakları döneminde bölgenin tahrip edildiğini, yine de ayakta kalan çok sayıda yapının restore edilebilecekken yıkıldığını dikkat çekti. Diken o süreçteki Sur’u şu sözlerle dile getiriyor: “Kendi yaşantım üzerinden bir okuma yapayım size. 2015 Aralık ayına kadar Sur içindeki eski yapılar ve mekanların hepsi yerli yerinde duruyordu. Sokağa çıkma yasaklarında, 3 aylık zaman dilimi içerisinde ciddi bir tahribat yaşandı. 2016 Mart ayının ilk haftasında dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Ulucami Meydanı’nda Sur’un Toledo’ya benzetileceğine dair açıklama yaptı. Açıklama yaptığı dönemde de bu yapılarda bir tahribat yaşanmıştı ama yüzde 70’in üzerinde yapı hâlâ ayaktaydı. Kısmen tahrip olanlar vardı ama büyük ölçüde ayakta kalan yapılar onarılabilirdi. İki ay sonra Davutoğlu başbakanlıktan azledildi. 2016-2017 yılları zarfında da dozerler, greyderler girdi, hoyratça o kısmen yıkılan ve yıkılmayan bir sürü yapıyı dümdüz ettiler.”
"BÜTÜN HİKAYEMİZİN BİR ANDA YOK OLDU"
Diken, Evrensel’in köşe yazarı da olan mahallelisi Mıgırdiç Margosyan’ın 2019’daki Sur ziyaretine dair anısını da paylaşıyor bizlerle: “Mıgırdiç ağabey ile birlikte Hasırlı Mahallesi’ndeki kendi evlerimiz acaba ne haldedir diye, özel izinle Sur’a girdik. İkimizin evinin yerinde toprak yığını vardı, evimizin yerini bulamadık, tahminen tespit ettik, evlerimiz yerle bir olmuştu, yoktu. Oysa 2015’te hem Mıgırdiç ağabeyin evinin hem de benim evimin önünde fotoğraf çekmiştik. Düşünün 3-4 yıllık bir zaman dilimi içerisinde, çocukluğumuzdan mevcut yaşımıza kadar 60 küsur yıllık ömrümüzün, bütün hikayemizin yaşandığı mekanlar bir anda yok olmuştu. Bununla beraber hafızalar da kaybolmaya başlamıştı. Biz işte böyle bir kaybı yaşadık.”
"SÜKUT SUİKASTINA UĞRAMIŞ GİBİ…"
Şeyhmus Diken, yeni yapıların Diyarbakır’a uygun olmadığını yakın zamanda Sur’da yaptığı bir yürüyüş üzerinden aktarıyor: “Geçtiğimiz hafta Saraykapı’dan Sur boyunca Yenikapı’ya kadar yürüdüm ama Yenikapı’ya kadar yürürken sağımda duran yeni yapılan yapılara dönüp de bakmak istemedim. Çünkü o yapıları kendime ait hissetmedim. Ne o geniş bulvar ve caddeler, ne o ucube yapılar… Bize ait olmayan yapılardı. Hep sol tarafa baktım, delik deşik de olsa taşları dökük de olsa, bazı tarafları restore edilmiş ya da edilmemiş de olsa Surlara bakmak istedim. Bir taraf size ait olarak kalmıştı, öbür taraf size ait olmayan, aidiyeti olmayan yapılara dönüşmüştü. Ait olmadığı için de bir taraf sükut suikastına uğramış gibi hüzün veriyor. Oradaki Sur’u bazalt taş mekanlarında yaşayan, orayla ilgili hikayeleri olan, hafızası olan insanlar hiçbir zaman unutmaz. Bugün muktedirler ‘Unutun, hafızayı filan bir tarafa bırakın, unutun ki bu yeni yapılaşmayı bizim kurguladığımız hikaye üzerinden yeniden inşa edelim’ diye düşünüyorlar. Biz de buna ‘Böyle bir dünya olmaz’ diyoruz.”
Reklam
"ANKARA MERKEZLİ BİR MİMARİ POLİTİKA"
Diken, yeni yapılarda kentin mimarisini oluşturan materyallerin dahi kullanılmadığını dile getiriyor: “Sur’un bazalt taşları, Karacadağ’ın püskürttüğü volkanik lavların taşlaşmış halinden oluşmuştur. Çok zor işlenen bir taştır. Bu taşları anlatırken işlenmiş ve mimarisi ona göre düzenlenmiş bir mekansal manzumeden bahsediyoruz. Bugün Suriçi’nin hikayesiyle uzaktan yakından akrabalığı olmayan Ankara merkezli bir mimari politikayla, TOKİ mantığıyla bir yapılaşma önümüze konuyor. ‘Diyarbakır Evleri’ diyorlar ama değil, bunu da herkes biliyor. Bunun kabulü de zordur. Drone ile yukarıdan bir fotoğraf çektiğinizde bu yapıların Diyarbakır mimarisiyle bir akrabalığının olmadığını görürsünüz. Bitişik nizam, küçücük avlular, kısmen cezaevini, kısmen Batı’daki tatilcilerin yazlık evlerini andıran bir yapı manzumesini sunuyorlar.” Diken son tabloyu da şöyle ifade ediyor: “Çok az tarihi mekan ve tescilli/yarı tescilli mekan kurtulmuş diyebiliriz. Gezip görebildiğim kadarıyla birkaç cami, 3-4 kilise restore ediliyor, bir hamamın restorasyonunun bittiğini gördüm. 6 mahallede camiler ve kiliseler de dahil 30-40 mekanı geçmez.”
"İKAMET EDİLECEK BİR YAŞAM ALANI OLMAYACAK"
Diken, son olarak Sur’daki yeni yapıların hem maddi hem de manevi anlamda kent halkının yaşayabileceği bir alan olmadığını anlatıyor:
"O evler için Diclekent’te ve 75 metrelik Yol semtlerinde satın alınabilecek bir daire fiyatı talep ediyorlar. Suriçi’deki evleri 600-700 bin TL’ye satmaya çalışıyorlar. Fiyat öğrenmek için emlak komisyoncularına telefon açtım. Sur’da yaşayan hangi aile yaşadığı o evi alacak ve orada yaşayacak? Aldı diyelim, hayatını sürdüreceği ev olabilecek mi? O ev artık başka bir ev. Zihninizde olan o tarihi ev, fakat o anki fiziki yaşantınızda zuhur etmeyecek ki! Bu zuhur etmeme hali sizi bir sükut suikastına uğrama haline dönüştürecektir. Yani geriye dönüp saracaksınız makarayı ve başka bir dünyada olduğunuzu fark edeceksiniz. Bu da sizi hayal kırıklığına uğratacak. Böyle bir ruh hali üzerinden bir okuma yaptığınızda orası artık konutsal anlamda oturulup ikamet edilecek bir yaşam alanı olmayacak. Tümüyle ticari bir alan olacak.”
Fırat TOPAL https://www.evrensel.net/haber/452189/yazar-seyhmus-diken-diyarbakir-evleri-diyarbakira-ait-degil
Sur evleri: İnsansız ve ticari
Mimarlar Odası Diyarbakır Şube Eş Başkanı Selma Aslan, Sur evlerini Evrensel Pazar'a yazdı.
Selma ASLAN
Mimarlar Odası Diyarbakır Şube Eş Başkanı
Kentsel sit alanı olan ve UNESCO tarafından dünya mirası olarak kabul edilen Diyarbakır Surlarını da barındıran ve bunun yanında birçok anıtsal ve tescilli yapıya sahip Sur İlçesi; tarihte Asur, Urartu, Medler, gibi birçok uygarlığa da ev sahipliği yapmıştır.
Mimarlık ve yapı sanatının önemli bir parçası olan bazalt taşı kentin tümüne hakim olup kendini gösterir. Kentin surları, burçları, dar ve uzun sokakları, cami, hamam, kilise ve han gibi anıtsal yapıları, avlulu ve eyvanlı evlerinden oluşan geleneksel dokusunun önemli bir yapı unsurudur. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilmesinde bu önemli unsur etkileyici bir özellik olarak da vurgulanmıştır.
Bakanlar Kurulunun kararıyla Suriçi bölgesi ‘riskli alan’ ilan edilmiştir.
2015 yılı çatışmalı sürecin yaşanmasından sonra ise 21.03.2016 tarih ve 8659 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Suriçi 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 27. maddesi gereği alandaki tüm yapılar için Acele Kamulaştırma Kararı almış ve yıkım süreci başlamıştır.
Suriçi bölgesinde 140 hektarlık alanın acele kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Toplam 7 bin 714 adet parselin 6 bin 292 adedi yani yüzde 82’sine el konulmuştur. 2015 yılı nüfus verilerine göre yasaklı 6 mahallede 23 bin 223 kişi yaşamaktadır. Binlerce insanın yaşam alanından koparılması sonucunu sosyal ve kültürel yıkıma yol açmıştır. Daha da önemlisi bu bölgede yaşayan yurttaşların mülkiyet haklarının ihlali anlamına gelmektedir.
16 mahalleden oluşan Suriçi’nin de 147 adet anıtsal yapı ve 448 adet sivil mimari yapı sayısı bulunmaktaydı. Ancak yıkımı yapılan 6 mahallede 10 Mayıs 2016 tarihli uydu görüntülerinde bölgenin yüzde 13’ünde yıkım olduğu tespit edilirken 11 Temmuz 2017 tarihli uydu görüntülerinde Suriçi’nin yüzde 72’sinin yıkıldığı görülmektedir. Ayrıca; Cevatpaşa, Savaş, Hasırlı, Cemal Yılmaz, Fatihpaşa ve Dabanoğlu Mahallelerinde aralarında 87’si tescilli ve 247’si tescile değer 3 bin 569 yapının yıkıldığı, hafriyatlarının herhangi bir bilimsel çalışma ve değerlendirme yapılmaksızın kaldırıldığı belirlenmiştir.
Reklam
Sur ilçesinin neredeyse tamamının acele kamulaştırılmasına karar verilmiş, nüfusun çoğunluğu yaşam çevrelerini terk ederek göç etmek zorunda kalmıştır. Ardından yerleşim yerlerine erişim kapatılarak yıkıma başlanmış, bölgenin dönüştürülmesi için mimarlık ve planlama bir araç haline dönüştürülmüştür. İmar planı değişikliği ile mevcut tarihi doku ve tescilli yapılar yok sayılmış; kentsel donatı alanlarının kaldırılması, birçok yapının yıkımı öngörülmüş, güvenlik ve savunma odaklı kararlar alınmıştır.
Binlerce insanın yerinden edilmesi, yaşam alanından koparılması sosyal ve kültürel yıkıma yol açmıştır.
Daha da önemlisi bölgede yaşayan yurttaşların mülkiyet hakları ihlal edilmiştir.
2016 yılından bugüne gelindiğinde ise;
Yaşanan çatışmalar gerekçe gösterilerek ilan edilen yasaklar süresince, UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan tarihi ilçenin yüzde 70’i yok edilmiş,
Yıkıma uğrayan Suriçi’de yeni yapılar inşa edilmiş,
Sur’da yapılan konutlar tarihi dokuya uygun inşa edilmediği gibi Diyarbakır’a özgün bazalt taşlarla yapılacağı söylenen konutlarda normal beton kullanıldığı dış cephe kaplaması olarak bazalt taşı desenli malzeme kullanılmış,
Sur ilçesinin neredeyse tamamının acele kamulaştırılmasına karar verilmiş, nüfusun çoğunluğu yaşam çevrelerini terk ederek göç etmek zorunda kalmıştır.
Ardından yerleşim yerlerine erişim kapatılarak yıkıma başlanmış, bölgenin dönüştürülmesi için mimarlık ve planlama bir araç haline dönüştürülmüştür.
Beton ve asfalttan oluşan yeni bir Suriçi oluşmuş,
Özgün kent mimarisine yabancı, kimliksiz, güvenlik ve rant odaklı yapıların inşa edildiği Sur’un sokak dokusu da tamamen ortadan kaldırıldı,
Sur’un etrafına çift şeritli asfalt dökülerek yol ve peyzaj çalışmaları yapılarak mevcut Sur sokak dokusu ortadan kaldırılmıştır.
Kurşunlu Cami önündeki meydana bakan alanda ise ticari işletmeler ve butik oteller inşa edildi.
Yaşanan çatışmalar sonrası ağır hasar gören 100’e yakın yapının da şu anda restorasyon ve rekonstrüksiyon çalışmaları devam etmektedir. Bu çalışmalarında yapı sahiplerine getireceği maliyetin yanında restorasyon çalışmalarının hassasiyetle yürütülüyor olduğunu umut ediyoruz.
Mimari miras yok edilmiş, dönüşüm projeleri uygulanarak tarihi kent merkezi kamusal alan ve konut bölgesi olmaktan çıkarılmış,
Kilise, cami, konak, hamam gibi onlarca tarihi yapı ve yüzlerce tescile değer yapı ile binlerce sivil mimari örneği yapılar yıkılmıştır.
Yerinde iskanı sağlanmayan yurttaşlar kent çeperlerine gitmeye zorlanmış; toplumun sosyo-kültürel yapısında ayrışmaya neden olunmuştur. Bahis edilen bu planlama ve mimari tasarım sonucunda bölgenin demografik yapısı yani (bölge kullanıcılarının sosyo -kültürel -ekonomik ve politik yapısının değişimi bu planlama ile hedeflenmiştir. Yine kullanıcılarının cinsiyet yapısından tutalım da kadın-erkek oranı-yaş oranı-medeni durumları hatta ölüm oranlarına kadar geniş bir yelpazenin değişimi gerçekleşmiştir.
Bunun sonucu mevcutta şu anda yapımı tamamlanan Suriçi bölgesinin tüm kullanıcılarının değişmesinin yanında kullanım şekli ve zaman aralığı (gece-gündüz) bile değişmiştir. Yani insansızlaşan ve ticarileşen bir bölgede bulunan bu yapılarda gündüz-gece aynı oranda alanın kullanılmayacağı sonuçlardan biridir.
Yine devasa genişlikteki cadde ve sokak alanlarının oluşması yapıların bazen birbirinden kopuk bazen de iç içe geçtiği ve her tür insan ölçeğinin dışına çıkıldığı planlama ve tasarım görünmektedir. Yeni inşa edilen Sur da artık eski komşuluk ilişkilerinden tutalım da yaşam biçimine kadar her şey değişecektir. Yeni gelişecek ekonomik ilişkiler ve ticarileşen bir bölge halini alacaktır.
Sur’da yaşanan tahribatını asıl kaynağının çatışmanın bitmesinden sonra yürütülen kentsel ihya projesi kapsamındaki acele kamulaştırmalar ve yıkım çalışmaları olmuştur.
Reklam
Oysa tarafı olunan uluslararası sözleşmeler ve anayasa gereği devlet; bu alanları korumak ve gelecek nesillere aktarmakla sorumludur.
Türkiye’nin 1965 yılında imzaladığı “Lahey Silahlı Çatışma Halinde Kültür Varlıklarının Korunmasına Dair Sözleşme” ile 1983 yılında imzaladığı “Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” gereği devlet; kültürel varlıkların tespiti, korunması ve gelecek nesillere aktarılması için gerekli tedbirleri almakla; ayrıca silahlı bir çatışmanın etkilerine karşı bu varlıkları güvence altına almakla yükümlüdür.